23 Eylül 2009 Çarşamba
21 Eylül 2009 Pazartesi
9 Eylül 2009 Çarşamba
5 Eylül 2009 Cumartesi
kamil buna çok sinirlendi
-Kendine gel! Bu devirde erkek olmak öyle kolay değil. Toplum senden şunları bekliyor: Zengin olacaksın, zeki olacaksın, yakışıklı olacaksın, iyi bir mizah anlayışın olacak, ki mutlu olasın, sen daha ne diyosun bana.
Dedi Ekrem, karşısında oturan Kamil’e üstten üstten bakarak. Kamil başını evet anlamında ciddi ciddi salladı, sallarken “siktir lan yavşak” diye düşündü, Ekrem nargilesinden derin bir nefes daha aldı.
-Bak Kamilcim, güç insanı çeker, her kadın güçlü bir erkek ister, her erkek de güçlü bir kadın. Sadece maddi güçten bahsetmiyorum, insan kendi duygularını anlamlandırmak için karşısında da bir otorite görmek ister. Güçsüz, ezik insan bile kendi gibilerden fellik fellik kaçar. O yüzden her şeye kafa sallayan insan olursan her ilişkide kaybeden insan olursun.
Dedi Ekrem, koltuğunda daha bir yayılarak. Kamil yine başını evet anlamında salladı ciddi ciddi. Gözlerini Ekrem’den ayırmamaya dikkat ederek sütlü kahvesine uzanıp iki eliyle kavradı, küçük bir yudum aldı. Ekrem tam iki elini de kaldırmış konuşmasının doruk noktasına çıkmaya hazırlanıyordu ki telefonu çaldı, birden tüm yüzünü yavşak bir gülümseme kapladı, karakter değiştiriyormuş gibi oldu, telefonu açtı, “aşkıım” diye ince bir ses çıkardı, Kamil dudaklarını büzdü, kahvesinden bir yudum daha aldı. Ekrem gittikçe koltuğa gömülüp eliyle ağzını maskelemeye çalışarak garip sesler çıkarıyordu. Kamil Ekrem’e bakarak nasıl bu hale geldiğini düşündü, orta okulda en iyi arkadaşıydı, lisede ayrılmışlar, sonra tekrar karşılaşmışlardı. Kamil nezaketen “buluşalım” demiş, Ekrem’de nezaketen “kesin buluşalım” demiş, sonra istemeye istemeye buluşmak zorunda kalmışlardı.
Buluşmanın başlarında ikisi de bol bol sessizce gülümsedi. Hep bir sonraki cümleyi düşünerek havadan sudan, azıcık da geçmişten konuştular. Sonra ikisi de Sabahattin Ali’nin “uzun süredir birbirini görmeyen iki arkadaş bir gün karşılaştıklarında içlerinden birisi kazanan birisi kaybedendir” tespitinin içten içe farkında oldukları için, sidik yarışına girdiler. Kamil karakteri gereği, rakibinin tüm kozlarını ortaya dökmesini bekledi önce. Ama Ekrem açıldıkça açıldı, başarılı aşk hayatının sırları bitmek bilmiyordu, tüm ipleri eline aldı, artık konunun Kamil’in lehine dönmesine imkan yoktu. Sıra Kamil’e hiç gelmeyecekti.
Ekrem telefonu kapattı, tekrar koltuğunda dikleşti, tam “Yengen işte...” diye bir cümleye başlıyordu ki, Kamil “Kalkmam lazım Ekrem” dedi, Ekrem biraz ısrar etti, baktı olmuyor, “beraber kalkalım” dedi. Kamil hangi garsondan hesap isteyeceğini düşünürken, Ekrem çevik bir el hareketi ile garsonun birinden hesabı istemişti bile. Sonra Ekrem kalkıp tuvalete gitti. İşte Kamil buna çok sinirlendi. Hem hesap isteyip hem de tuvalete kaçmak ne demekti laan? Besbelli hesabı Kamil’e yıkmaya çalışıyordu. Vay şerefsizdi vay. Hem masada “kazanan” olmasına izin verilmişti. Hem de beleşçilik yapacaktı ha. Kamil derin bir düşünceye daldı, bir ara garsona gidip hesabı geç getirmesini bile söyleyecekti ama bu riski göze alacak gücü kendinde bulamadı, sonra Ekrem’in “güç” ile ilgili söyledikleri aklına geldi, acı acı gülümsedi, böyle dar zamanlarda aklına olur olmaz şeyler gelirdi. Garsonu gördü elinde hesapla hızla ona doğru geliyordu, kederinden ağlamak üzereydi, garsonla göz göze gelmemeye çalıştı.
Ödedi hesabı, ardından Ekrem göründü, hiçbirşey olmamış gibi geldi, oturdu. Kamil “hadi gidelim” dedi, Ekrem “hesap geldi mi?” dedi, Kamil “ben hallettim”, Ekrem “vay benim kankama” dedi gülerek, Kamil de gülmek istedi gülemedi. Gözlerini kaçırdı Ekrem’den, ne zaman üzülse darılsa gözlerini kaçırırdı.
...
NOT: Yazının devamını sonra koyacam sevgili dostlarım çünkü çok uzun olduğu için okumayan arkadaşlar varmış, isim vermek istemiyorum ama döverim, bilen bilir bazen çok sinirlenirim. Neyse, acaba Kamil ile Ekrem daha sonra ne yaptı? Merak edin. Çok heyecanlı valla.
3 Eylül 2009 Perşembe
2 Eylül 2009 Çarşamba
İsveç üzerine
· 8 gündür İsveç’teyim, 1 tane polis görmedim. Neden çok merak ediom, mantıklı bir açıklaması olan varsa ülker çikolatalı gofret hediye edebilirim, etmeyebilirim de.
· İsveçliler gayet sıcakkanlı insanlar bence, sadece ilk adımı sizin atmanızı bekliyorlar gibi geldi bana, geçen gün kaybolduk, isveçli bir amca 15 dk yol tarif etmeye çalıştı bize, sonra baktı anlamıyoruz, arabasını kapıp bizi gideceğimiz yere bıraktı, yurdum insanı gibi.
· Bir de şuna dikkat ettim, biz Türkler yurt dışında çok kibarlaşıyoruz, mesela her cümlemizde bir kaç kere “thank you” demezsek olmuyor, bazen karşıdaki adam da mahcup oluyor o da teşekkür ediyor, konuşmayı karşılıklı bir kaç “thank you” laşmayla bitirdiğimiz oluyor, dışardan komik gözüküyor, sürekli gülümsüyoruz zaten, herkese, bakkala, sokaktakilere, okuldakilere, paso gülümsüyoruz Türkler olarak, bu konu hakkında birkaç teorim var, araştırmalarım devam ediyor, kesin bir sonuca ulaşınca açıklayacağım.
· Bir de çok büyük beklentiler hayal kırıklığına yol açabiliyor, sanki hayatımızda büyük değişiklikler olacakmış gibi bir beklentiye kapılmamak lazım, hiçbir yerin başka yerlerden çook bir farkı yok, diller değişse de insan aynı insan, duygu aynı duygu, bulut aynı bulut, domates aynı domates. Umut Sarıkaya demiyor mu, dünyadaki çoğu insan 3 aşağı 5 yukarı aynı hayatı yaşıyor diye, sabah kalkıyoruz, tuvalete gidiyoruz, ayağımıza bakıyoruz, şaşırıyoruz.
· Coen biraderler, “World Cinema” diye bir kısa film yapmışlar bir kaç yıl önce, başrolde müthiş film “No country for old men” deki parayı bulan adam oynuyor, film Nuri Bilge Ceylan’ın “İklimler” filmi üzerine kurulu. Joel Coen “Çobanın izlediği film, Türk yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın İklimler filmi. Biz filmi iki sene önce gördük ve olağanüstü bulduk.” demiş. Bu kısa filmi izlemek için: http://www.nbcfilm.com/3maymun/news.php?mid=2
· Şimdilik en sıcakkanlı Almanlar, en mütevazi Fransızlar, en işe yaramaz Hollandalılar, en utangaç İsveçliler, en çok fotoğraf çeken Güney koreliler ve Taylandlılar, en gösteriş düşkünü millet yine Güney koreliler, aksanı en sempatik olan Pakistanlılar, Türklerin en çok benzetilmemek istediği millet Pakistanlılar, Türklerin en çok benzetilmek istediği millet İspanyollar, en iyi futbol oynayan İspanyollar..
· İsveç 200 yıldır hiç kimseyle savaşmamış, 2 isveçliyle konuştum bu durumu, 2’si de bu durumdan hoşnut değil gibiydi, “çok pasifiz, bizi umursamamışlar” gibi şeyler söyledi 2’si de, şaşırdım, belki de şaka yaptılar, acayip millet nitekim.
· Türklere karşı hiç bir önyargı yok, ya da nazik insanlar oldukları için belli etmiyorlar bilemiyorum, hatta bazen “oov dostum, benim çok yakın bir türk arkadaşım var, şöyle kral adam böyle süper adam” gibi tepkilerle karşılaşıyorum.
· İsveçlilerde “fika” diye bir gelenek var, çok önemsiyorlar, çok anlatıyorlar, bizdeki “5 çayı” gibi birşey. İkindi vakti arkadaşlarınla toplanıyorsun, çay ya da kahve içiyorsun, yanında da börek çörek, sohbet ediyorsun, rahatlıyorsun, işte buna “fika” diyorlar. Cümle içinde kullanalım: “Bugünkü fika çok eğlenceliydi yav, çörekler de şahaneydi doğrusu.”
· Bir de “meat ball” ları var. Yuvarlak isveç köftesi, bu lezzetli gerçekten, ama çok farklı birşey değil.
· Havalar güzel, tişörtle dolaşıyorum, bazen yağmur yağıyor, kış sert geçeceğe benziyor.
· İsveç akademik sistemi de biraz acayip, tam zamanlı bir öğrenci için haftada 6 saat ders var, bazen o da yok, ama ödevler, projeler, sunumlar çok önemli. Mesela benim ilk dersim dündü, 8 gün boyunca hiç dersim yok, ama Hollandalı komşum Jessica ile sunum hazırlamamız gerekiyor, biraz tırsıyorum açıkçası ama halletcez.
· Buraya gelirken İsveç sinemasını yakından tanımayı ummuştum, en azından Ingmar Bergman’ın daha çok filmini seyrederim, daha çok yönetmen tanırım, birşeyler okurum falan diye düşünmüştüm ama tam bir hayal kırıklığı yaşadım. Sinema çok pahalı burda, yaklaşık 20 TL, bir de çoğunlukla hollywood filmleri gösteriyolar gibi, ama burda bir Rus buldum, Tarkovski falan konuşuyoruz, Dostoyevski’den birşeyler anlatıyor, eğleşip gidiyoruz.
· Yakında vidyolar geliyor.
· Yakında yeni hikayecikler geliyor.