8 Mayıs 2011 Pazar

22 Nisan 2011


Neredeyse uyuyordum. Odamın kapısı tıkladı. “Geel” dedim. Petros kapıyı biraz aralayıp kafasını içeri uzattı:

“İçecek bir şeyler almıştık, biraz oturup sohbet ederiz diye düşündük, eğer havandaysan?”

Ortalığı toparladım biraz. Az uyuklamış uyanmış halimi çok seviyorum. Uyuşuk uyuşuk oturdum. Petros’la Xenia yiyecek – içeceklerle girdiler içeri. Sunum gerçekten başarılıydı. Evdeki malzemeleri misafir daha iyi kullanıyor diye kendimi beceriksiz hissettim . Petros devam etti:

“Kusura bakma uyuyordun, uyandırdık, istersen gidebiliriz?”

“Saçmalama. Bundan sonra sizi bi daha görmicem ama ömrümün nerdeyse yarısı uyuyarak geçicek. Bu gece uyumasam da olur, eheh.”

“Neden ki, bundan sonra da görüşürüz.”

Xenia başıyla onayladı. Petros’a baktı. İkisi birlikte tekrar onaylayıp, gülümseyerek bana baktılar. Şirindiler. Gaza geldim:

“Tabi ki görüşcez, öyle dediğime bakmayın. Ben işten bi izin ayarlim sizi ziyarete gelicem” Dedim.

“Çok seviniriz.” Dediler.

Duramadım:

“Keşke gitmeseniz lan. Hep burda kalsanız. Valla lan.”

Allahtan telefonum çaldı, konu kapandı.

Sonra nedense evlilik hakkında falan konuştuk. Onların da çevrelerindeki çoğu evlilik mutsuzmuş. Bir ara Petros piposunu çıkardı ve ekledi (eklemese şaşardım):

“Zaten genel olarak insanlık acı çekiyor mu...”

Diye başlayıp devam etti, bir şeyler dedi ama hatırlamıyorum. Baktım konu fazla karmaşıklaşıyor, müdahale ettim:

“Karpuz mu bu yav? Ehehehe. Nerden buldunuz bunu, mevsimi geldi mi karpuzun? Nerden aldınız? Ehehe.”

Anlattılar. Anlamadım.

2-3 gün sonra Petros’la Xenia’yı uğurlamaya Beyoğlu’na gittim. İstiklal’de yürürken elinde tonla posta kartı olan güzelce bi kız beni durdurdu:

“Pardon! Biz üniversite öğrencisiyiz. Kimsesiz çocuklar yararına kart satıryoruz. Almak ister misiniz?”

“Hayır.”

“Ama tüm gelir kimsesiz çocuklara gidicek. Sokak çocuklarına, kimi kimsesi olmayan, biz de onların yerinde olabilirdik..”

“İstersen şurda kahve ısmarlarım sana ama kart almam.”

“Teşekkür ederim ama olmaz.”

“Sen bilirsin.”

Yoluma devam ettim. 2-3 metre ilerlemiştim ki aynı kız yine önüme çıktı:

“Tamam. 5 tane kart alırsan kahve içeriz birlikte.”

“2 tane alırım.”

“3 olsun.”

“Anlaştık ama benim biraz işim var, bir kaç saat sonra gelsem burda olur musun?”

“Belli olmaz.”

“Bakarız o zaman.”

“Bakarız.”

Yürümeye devam ettim. Tünelde Petros ve Xenia’yla buluştuk. Galata’ya doğru yürüdük. Yol üstündeki dükkanların neden hep kapalı olduğunu sordu Xenia. Bilmediğimi söyledim. Eminönü tramvay durağının önünde vedalaştık. Yine aynı can sıkıcı “mutlaka görüşcez” muhabbeti yaptık. Hepimiz bir an önce bitsin de gidelim istedik. Tam iyice sarıldık, öpüştük, ayrıldık, el sallamıştım ki tramvay jetonları bitmiş. Petros jeton almaya koştu. Xenia’yla turnikelerin önünde mal mal bekledik. Sessizliği bozmak için:

“Garip bi durum dimi? Az önce hardcore vedalaştık ama şimdi birlikte beklemek zorundayız bir süre. Biraz da rahatsız edici. İnsanoğlu henüz öğrenemedi ne yapılacağını böyle durumlarda. Normalde vedalaştıktan sonra ayrılman gerekir yanyana durman diil.”

“Ehehehehe. Haklısın, hoş bi durum değil. Ama daha kötüsü var. Bazen vedalaşırsın mesela. Sonra bi de bakarsın ki aynı yöne gidiyosun. Konuşmadan yürürsün bir süre. Sonra yine vedalaşırsın.”

“Ehehe. Haklısın.”

Dedim ama biraz da gıcık oldum benim örneğimi geliştirip daha iyisini yaptığı için. Yağmur atıştırmaya başlamıştı. Petros geldi. Tekrar vedalaştık. Gittiler. Galata’dan İstiklal’e çıktım tekrar. Onları bir daha hiç görmiceğimi düşündüm. Nasıl oluyor dedim. Daha dün beraberdik. Ayak üstü hayata karşı bir yabancılaşma yaşadım. Eheh. Sonra unuttum. Yokuş yukarı çıkarken zorlandım. Güzel bir fitness salonuna kaydolmanın zamanı gelmiş miydi acaba. Havuzu falan da olursa oh mis. İstiklalde yürüdüm. Posta kartı satan kız yoktu ortalıkta. Nisan’ın sonuydu. Çok kalabalıktı. Yağmur yağıyordu. Şemsiye taşımaktan nefret ediyordum.