31 Temmuz 2009 Cuma

süleyman

Süleyman, 30 yaşında, kısa boylu, saçları kenarlarından dökülmeye başlamış, bir üniversite öğrencisiydi. Kampüste gördüğüm bir ev ilanıyla tanışmıştık. 3+1 evine, 3. ev arkadaşı arıyordu, evin kombisi, mobilyası, sınırsız interneti, herşeyi vardı, eve gelecek elemanın bavulunu kapıp gelmesi yetiyordu. Aradım, börekçiye oturduk, ilk buluşmamızda kızarmış gözlerini sürekli ovalaması dikkatimi çekmişti. Fazla konuşmadan anlaştık, eve taşındım. 3+1 evde Süleyman, Ekrem ve ben beraber yaşamaya başladık. Ekrem’i daha sonra anlatacağım, zira hayatımda tanıdığım en yavşak insandır, 45 numara taraklı ayakları vardır.


Süleyman’la yaklaşık 5 ay aynı evde kaldık, ben saçlarını hiç jölesiz görmedim. Windows’taki solitaire oyununu saatlerce oynayabilen tanıdığım ilk insandı, çok konuşurdu, herşey hakkında bilgisi olmasa da fikri vardı, genelde geçmişten konuşurdu, söylediğine göre zamanında karşı cinsle çok haşır neşir olduğundan 1999 yılında girdiği üniversiteyi 2007’de hala bitirememişti ama artık akıllanmış bu sene okul kesin bitecek, hatta evlenecekti . Bu arada ben kendisini herhangi bir karşı cinsle aynı ortamda hiç görmedim, çok görmek istedim ama olmadı, belki de denk gelmedi. Ev dışında çok birlikte gezmezdik ama çok severdim Süleyman’ı. Saatlerce oturup dertleşirdik.


Süleyman’ın prensipleri vardı, saçına jöle vurmadan 2 dk duramazdı, çünkü jöle ona yakışıyordu. Bozuk gözleri için gözlük yerine lens takmalıydı, çünkü gözlük ona yakışmıyor, inek gibi gösteriyordu, öte yandan lens gözlerinde alerji yapıyor, gözlerini kızartıyor ve çook kaşındırıyordu, olsundu, gözlük takmamaya değerdi, çünkü olabildiğince yakışıklı olmak istiyordu, yakışıklı olması gerekliydi, çünkü evlenmek istiyordu, evlenmeliydi çünkü annesi memleketten hergün arayıp, “nihat amcaların kızı, Zeliha’yı isteyeceklerini, okulu bitirip hemen dönmesini” istiyordu. Fakat o, 8 yıl önce ayrıldığı memleketindeki Süleyman değildi artık. Yüzünü bile hatırlamadığı Zeliha’yla evlenmek yerine, kendini anlayabilecek, kendisiyle “How I Met Your Mother” izleyip katıla katıla gülecek birini arıyordu. Sit-com tadında bir hayat istiyordu, çok muydu? Leonard Cohen’in “Suzanne” şarkısının fransızcasını Françoise Hardy’den çokça dinleyip gözlerini bir noktaya sabitleyerek derin derin düşünür, beni çok korkuturdu.


Okulun bitmesine 3 ay vardı, “3 ayım kaldı olum, şu okuldan birini bulmam lazım, son şansım” demişti, kızarmış gözlerini gayretle ovalayarak. “Bulursun abi, bölümde kız yok mu” gibi birşey söyleyip artık lensi bırakıp gözlük takmaya ikna etmeye çalışmıştım. Ceyda diye birinden bahsetti. İlk hafta derse gitmediği için, Ceyda’yla grup kurmak zorunda kalmıştı. Ceyda fena kız değildi. Güzel sayılırdı, mizahtan anlıyordu, aslında tam Süleyman’a göreydi. Süleyman, hiç bir derse çalışmadığı kadar bu derse çalıştı. Ödevleri yaptı, hergün Ceyda’ya ödev-ders durumlarıyla alakalı mail ler attı, saatlerce cevap bekledi, uykusuz kaldı.


Dostlarım, Isparta’da düşen Atlas Jet uçağını hatırlarsınız, hatırlamadıysanız hemen Google’a sorup hatırlayınız. O uçağın içinde çok değerli akademisyenler vardı, medyada geniş yer bulmuştu, o akademisyenlerden biri Engin Arık’tı. Engin Arık, Süleyman’ın Ceyda’yla birlikte aldığı dersin hocasıydı. Uçak kazasından sonra tabi ki ders iptal oldu, ve Süleyman Ceyda’yı bir daha hiç görmedi. Bu karşılıksız aşk Süleyman’ı çok yıpratmıştı. Ceyda’ya ulaşmak için yaptığı rezillikleri anlatıp canınızı daha fazla sıkmak istemiyorum, dostlarım.


Benim de o sıralar finallerim olduğu için Süleyman’la pek dertleşemedim, ama hatırladığım kadarıyla Süleyman Zeliha’yla konuşmaya razı olmuştu. Annesi Zeliha’nın numarasını vermiş, “Ara, konuş, pısırık olma” demişti. Süleyman’ın sıkıntılı günler geçirdiğini, Zeliha’yı arayamadığını hatırlıyorum. “Abi kızın yüzünü bile bilmiom, arayıp ne dicem ne konuşcam ki?” diyordu. Mesaj attı en son, mesajlaştılar. Zeliha telefonda konuşmak istiyordu, Süleyman SMS le devam etmek istiyordu. 2 gün mesajlaştıktan sonra şiddetli geçimsizlik sebebiyle ayrıldılar.


Finallerim bitti, Adana’ya geldim. Süleyman’la telefonda konuştuk birkaç kez. En son memleketine gitmişti, son konuşmamızda çok güldük ama çok mutsuzduk, “Düğün olursa ara mutlaka” dedim. “Aramaz mıyım” dedi. Bir daha Süleyman’dan haber alamadım.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

naber?

Staj yapıyorum 22 Haziran'dan beri, bazen boş zamanım oluyor, faydalı birşeyler yapsam çok iyi olur ama valla canım hiç istemiyor, başka birşeyler yapasım var, o yüzden bu sayfayı açtım, içeriği hakkında değişik düşüncelerim var ama henüz karar vermedim, ama büyük bir ihtimal hergün girip kafama göre birşeyler yazacam.

Bu arada yazı yazmak zor bir işe benziyor. Yazım kurallarını unutmuşum, abov. Bir de "yazacam" ya da "yazacağım" yazmak arasında tahmin edemeyeceğiniz kadar ikilem yaşadım. Noktalama işaretleri, cümleyi nerde bitireceğine karar verememe, paragraf bütünlüğü meselesi... hakkaten hepsini düşününce "boş ver lan aç bir iki klip izle kafan yerine gelsin" diyorum ama pes etmek yok!

Ben bu blog sayfasına birsürü fotoğraf vidyo falan da çeker, eklerim, güzel olur lan!

Mesai bitmek üzere, saat 16:54. Birazdan aşağı inip şirketimizin bize sunduğu eşsiz olanaklardan biri olan fitness salonuna gidip vücudumu geliştirmeye çalışacam, bakalım. İlk yazı çok tırt oldu, olsun.