8 Temmuz 2011 Cuma

Sıcak bir öğleden sonra 11. katı 12.'ye bağlayan merdivenlerinin penceresinde sert bir rüzgâr var..

Geçen sene bu zamanlar hayatımın son aylak yazıydı. Abimin yanına Kıbrıs’a gitmiştim. Akşam Abimin her zaman yediği dürümcüdeydik. “Beğendin mi?” diye sordu birkaç kere. Etin tadı pek güzel değildi. “Güzelmiş” dedim. Havadan sudan konuştuk. Bir ara dedi ki:

“Canın ne yapmak isterse söyle bak! Tatilini nasıl geçirmek istiyorsan öyle geçir.”

Ne hissettiğini çok iyi anlıyordum. Bir Abi’nin her şey yolunda giderken bile içi rahat etmez. Her zaman her şeyin daha iyisinin daha güzelinin olabileceğini falan düşünürler sanırım. Ben de Abi’yim ordan biliyorum. Yapcak bir şey yok. Anneler, Babalar için de durum farklı değilmiş gibi geliyor.

Bir gün de balığa gitmiştik. Abim küçük bir balık tuttu. Oltadan çıkarıp denize fırlattı. Balık kıyıdaki kayalara çarptı. Bi su birikintisine düştü. Ne şanssızlık. Ölmemişse denize atayım diye yanına gittim. Birikintinin içinde zar zor hareket ediyordu. Denize attım ama fazla yaşamamıştır muhtemelen. Üzülmedim ama aklıma nedense J.D. Salinger’ın “Muz Balığı İçin Mükemmel Bir Gün” hikayesi geldi. Pek bir alakası yok bu olayla ama çok güzel hikayedir. O kitaptaki bütün hikayeler çok güzeldir.

Tamamen farklı bir şey yazacaktım ama nedense bunu yazdım.