5 Ağustos 2009 Çarşamba
ölecek bir şey kalmadı
Sevgili dostum İvan Petroviç,
Son 3 mektubuma cevap vermeyişinize gücenmedim, eminim haklı nedenleriniz vardır. Aslında ben postacı şerefsizinin mektuplarımı yok etmesinden korkuyorum. 3 hafta önce postacıdan 10 ruble borç almıştım, geçen gün geldi kapıyı dövdü yarım saat, 10 rubleye bile tamah ediyor, şerefsiz, açmadım tabi, sonra korkumdan tüm gün evde oturdum, sesler duydum, deliriyorum sandım. Tefeci ihtiyarın evinde kalmaya başladığımdan beri maddi sıkıntılar çekiyorum, bazen günlerce yemek yemiyorum. Tefeci insafa gelirse yağlı ekmek veriyor, onu da kusuyorum, süt iyi geliyor , olur da uzun süre aç kalırsanız süt için. Neyse konumuz bu değil, size başka birşey anlatacağım.
Yazılarımı yalnız yazmayı severim, yazarken değişik sesler çıkarır, garip hareketler yaparım, biri görse çıldırdığımı düşünür, yalnız kalayım diye bu bunağın evinde bir oda tuttum, ama artık burası cehennem gibi geliyor bana, boğuluyorum. Haftalardır bir paragraf bile yazamadım, hep onu düşünüyorum, Nastasya Filipovna’yı. Solgun kederli yüzü, iri gözleri,.. aklımdan çıkmıyor, sevgili dostum.
Diğer mektuplarımın elinize ulaşmadığını düşünerek, tekrar nasıl tanıştığımızı anlatacağım. Yine çok parasız olduğum günlerdi. Bir davette tanıştığım, sonra dostum olan General Yepançin, bana memurluk ayarlayabileceğini söylüyordu. Daha önceki sohbetlerimizde çokça söz ettiğim gibi, en nefret ettiğim insan tipi, midemi en çok bulandıran, başarı için ruhunu, kişiliğini satmış insandır. Üniformasını giyip işine düzenli giden memurlar yok mu, hepsinden nefret ediyorum. Bir gün Petersburg sokaklarında delirmişçesine koşup, tüm üniformalıların, ruhunu satanların yüzlerine tükürmek istiyorum. Şimdi ismini anımsayamadığım bir yazar dostum demiyor mu “Çoğu insanın ölümü bir aldatmacadır, ölecek bir şey artık kalmamıştır geriye... “ İşte aynı o hesap. Neyse, yine konudan sapıyorum, en son 12 saat önce 2 tas süt içmiştim, kafam allak bullak, bazen bu ızdırabı sonsuza kadar bitirmek istiyorum ama aklıma hep Nastasya’m geliyor.
Artık açlık çekmemek için bir iş bulmam gerekiyordu. Petersburg’un arka sokaklarında orta büyüklükte bir lokantaya garson olarak girdim. Garsondum ama bulaşıkları da ben yıkıyordum. İnsanların artıkları, pislikleri o kadar da zoruma gitmiyordu. Benim için katlanması zor olan, lokantanın kapısında durup gelen geçen herkese “Buyruun efendim” demekti. Bilemezsiniz sevgili dostum, o kadar zor bir şey ki. Gülünç kıyafetimle o caddede geçen herkesin yüzüne bakıp “Buyrun efendim” demek, işkencelerin en büyüğü. Bir de turistlere “welcome sir” demek yok mu.. Bazen yeni yetme rus delikalnlıları turist taklidi yapıp beni oynatıyorlar, ah Ivan Petroviç, Sibirya sürgünü bile hafif kalır bu cezanın yanında.. İnsan değersiz olduğunu, kimsenin kendisini önemsemediğini hissetmek istiyorsa bir günlüğüne de olsa bu işi yapmalı. Bazen birisi gelip beni dövecek, ya da hakaret edecek diye ölesiye korkuyorum.
Nastasya Filipovna’ya gelince.. Lokanta sahibi göbekli ihtiyarın kızıydı. Genelde kasada oturur, müşterilerden para alır, hesap trafiğini yönetirdi. İlk gördüğümde, değişik bir havası olduğunu sezmiştim, çocuk gibiydi, masumdu ama aynı zamanda çok “kadın”dı. Bazen solgun yüzü hüzünlenir, uzaklara dalar giderdi. Ben de ona dalardım o zamanlar.. Ah sevgili İvan Petroviç, Nastasya’nın benim hakkımda ne düşündüğünü bilmek için tüm varlığımı vermeye hazırım. Beni bir budala olarak mı, yoksa idealist bir yazar olarak mı görüyor? Bilseniz ne kadar merak ediyorum.
Dün, ruhumda derin bir iz bırakan kötü bir olay yaşadım. Bir haftadır Nastasya Filipovna tatildeydi, bir hafta deli divane gibi ortalıkta dolandım. Nihayet dün geldi. Lokantadan içeri girdim, baktım kasada her zamanki yerinde oturuyor, çok heyecanlandım, yavaşça yanaştım, “Aaa Bayan Filipovna gelmiş, hoş geldiniz”, dedim, yüzümün kızarmasına mani olamadım, biraz konuştuk ama konuşurken hep kalem kağıtla bir şeyler hesapladı, dönüp bir kez yüzüme bakmadı, çok gücendim. “Sen de yoktun bir aralar?” dedi. Ben de başka yerlere bakarak “Evet yoktum, ama yalnızca birkaç gün” dedim. “Senden nefret ediyorum” diye haykırmak istedim ama yapamadım, yutkundum sadece. Yokluğumla ilgili başka bilgi vermedim, trip attım, birkaç soru daha sorsun da ilgilenmeyen ben, ilgilenilmeyen o olsun istedim ama tabi ki sormadı, suratımı astım, dönüp bakmadı bile, ben böyle karmaşık duygular yaşarken, dışardan o güne dek daha önce görmediğim bir adam geldi. İlk görüşümde, duygusuz, kaba bir adam olduğunu anladım. Ağzını sonuna kadar ayırarak Nastasya’ma doğru kararlı adımlarla ilerledi, “amanın da amanın kimler gelmiş, naber fıstık” dedi. Bu nasıl bir ifade biçimiydi, nerede yaşıyordu bu adam? Nastasya Filipovna’yı daha önce hiç böyle görmemiştim, kıpır kıpır olmuş kikirdiyordu. Kikirdemesi kahkahaya dönüştü "evet döndüm canıım.." dedi, ayağa kalktı önümden geçti, duygusuz adama doğru ilerledi “geçerken onu etkileyecek bişeler yapayım da çok da boş adam olmadığımı anlasın” diye düşündüm, hızla aradım bişeyler, diğer garsona artislik yapayım dedim, tırstım yapamadım, Nastasya’m da çoktan duygusuz adamla köşedeki bir masaya çekilmişti. Ben de dışarı çıktım, daha fazlasını yüreğim, ruhum kaldırmazdı. Artık ona karşı tutumumu tamamen değiştirmeye karar verdim, bundan sonra ona hiç gülümsemeyeceğim, çok ciddi olacağım, konuşurken az daha "tatil sizi gerçekten güzelleştirmiş" gibi yavşak bir cümle kuruyordum ki son anda vaz geçtim, iyi ki de vaz geçtim, artık daha az seviyorum, bundan sonra iltifat, güler yüz yok. No more mercy.. Sinirimden ingilizceye geçtim birden.
Daha yazacağım şeyler vardı ki, birden bir gürültü duydum, kafamı kaldırdım, kapıya baktım, korktum açmadım, bekledim, kapıdakinin gittiğine emin olunca perdeyi aralayıp baktım, postacı şerefsiziydi. Artık dayanamadım, dışarı çıktım, kavgaya hazırdım, yumruklarımı sıktım, tam “10 rubleye tamah eden şerrefsizz” diye ağzına ağzına vuracakken. “Abi nerelerdesin yav, mektup geldi sana 3 tane, İvan Petroviç’ten, geliyorum, bulamıyorum seni” dedi. Dondum kaldım, şuurumu kaybediyordum, karnım da çok açtı. Ağlamıyordum ama göz yaşlarım şarıl şarıl akıyordu. Postacı beni sakinleştirmeye çalıştı. Nasıl olduğunu anlamadan derin bir sohbete başladık, arada bana acır gibi bakması dikkatimi çekti, ben de “şunu entelektüel birikimimle ezeyim de kime acıdığını görsün yavşak” diye düşündüm, biraz Petersburg’un kültür, sanat aktivitelerinden, sonra yazar olmaktan, üretim sancısı çekmekten söz ettim, çok heycanlandım, bağırdım çağırdım üretim sancısını anlatırken, çok değişik metaforlar kullandım, acayip gaza geldim, her dediğime “haklısın ağbii” dediğini hatırlıyorum, sonra bayılmışım, postacı dostum beni Petersburg Devlet Hastanesi’ne getirdi, şimdi ayrılmak zorunda, mektubu da ona veriyorum, bana daha sık yazın...
Bütün kalbiyle size bağlı olan dostunuz..
Zagour Miloslaviç
Petersburg Devlet Hastanesi, 1842
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Sevgili dostum Zagour,
YanıtlaSilNastasya'ya olan hisleriniz karşısında sizi ne kadar da zavallı bulduğumu belirtmek isterim. Her ne kadar parasızlık içinde kıvransanız ve süte tamah etseniz de kanınızda dolaşan asaleti ve sözlerinizde salınan kültürü size hatırlatmak isterim. Size görgüsü ve nezaketi ile tam bir Rus hanımefendisi olan sevgili dostum Tanya'yı tanıştırmak için sabırsızlanıyorum. Lütfen kendinize geliniz ve bir erkek olarak hak ettiğiniz konuma ulaşınız.
Sevgili dostunuz
Ivano Stanislov
St.Petersburg 1842
Arada sırada mektubunuzu okuyup gülüyorum, gerçek bir dostsunuz, neden daha sık yazmıyorsunuz?
YanıtlaSilZagour Miloslaviç
sevgili dostum zagour miloslaviç,
YanıtlaSiltutulduğunuz aşk acısını hayalimde kişiliğe bürüdükçe elemimden vodka şişelerine vurdum kendimi.. ah neden hep yanlış kişiye aşık olursun sevgili dostum.. iktisadi sıkıntılarının yanında yaşadığın ruhsal metaforlar seni harap etmiş olmalı.. iki gün evvel devrim oldu burada, moskova cümbüş yeri gibi.. ama gel gör ki sokağa çıkıp bir gıdım göbek atasım gelmiyor.. nereye gidersem gideyim kafamdan tek düşünce geçiyor: ah natya, natoloşki.. allahım canımı al da kurtulayım bu aşk hasretinden.. sevgili dostum bu günlerde sana çok ihtiyaç duymaktayım, belli ki sen de öyle.. mektubumu alır almaz şimendifere atla gel.. redingotlarımızı giyer moskova sokaklarında çapkınlık yaparız.. ipoduna "starsailor" atmayı unutma.. sevgiyle..
ivan petroviç