gece yarısı uyandı. o kadar terlemişti ki yastık ve atleti sırılsıklamdı. televizyonu kapattı. atleti çıkarıp fırlattı. yastığın alttaki kuru yüzünü üste getirdi. bu yüzü sarı lekelerle doluydu. başını koymadan önce lekeleri biraz inceleyip kokladı. uyumaya devam etti.
otobüs hareket etmeden hemen önce çok yaşlı bir amcayı yavaş yavaş yürüterek yanındaki koltuğa oturttular. amca o kadar yaşlıydı ki hayatında gördüğü en yaşlı adam olduğunu düşündü.
otobüs hareket ederken kısa kısa konuştular. amca "nerelisin", "ne iş yapıyorsun" gibi kısa sorular sorup cevabı tam dinlemeden uykuya dalıyordu. biraz sonra tekrar uyanıp başka bir şey soruyordu.
pencereden yolu izlerken birkaç tane hayvan cesedi gördü. bazılarının üstünden onlarca araba geçmiş bedenlerinin bazı kısımları paramparça olmuştu. birileri kaldırıyor muydu cesetleri, yoksa arabalar çarpa çarpa yok mu oluyorlardı.
nihayet sabah 8'de otobüs izmir otogarına ulaştı. iki adam otobüse girip amcayı yavaş yavaş yürüterek götürdüler. çok kirli hissediyordu. üstünü başını kokladı. berbattı. otogarın halka açık pis banyosunda önce kustu, sonra yıkandı. çantasındaki temiz kırmızı-siyah kareli gömleğini çıkardı, ütüsü bozulmuştu, biraz düzeltmeye çalışıp giydi. giyinirken duştan çıkan diğer iki adamla göz göze gelmemeye çalıştı. parfüm sıktı, kendini kokladı.
karşıyaka servisine bindi. iskelenin yanındaki parkta beklemeye başladı. yaklaşık yarım saat parkın farklı yerlerinde bekledikten sonra kız arkadaşı geldi. 1,5 litrelik kola, iki pet bardak ve az tuzlu çekirdek aldılar. çekirdek çitlerken kızın telefonu çaldı. kız kocaman çantasında telefonunu bir türlü bulamıyordu. çekirdek çitleyip zil sesi olan şarkıyı dinlerken kızın çantasıyla boğuşmasını izledi. "no more counting dollars, we'll be counting stars". nakaratı birkaç defa tekrarlayıp telefon sustu. ağzındaki çekirdek kabuğunu tükürdü, çantanın içine girdi. fark etmemiş gibi yaptı.
çekirdek bitmeye, güneş batmaya yakın kızın kötü kokan nefesini sol yanağında hissediyordu. serin akşam rüzgarının uçuşturduğu sarı boyalı saçları izledi. daha önce defalarca provasını yaptığı şiirleri okudu. heyecanlandı, sesi titredi. kısa kesti. dişleri mi çürük acaba diye düşünürken yanağından öptü. etrafına baktı kimse var mı diye. kimse yoktu.
otobüs hareket ederken kısa kısa konuştular. amca "nerelisin", "ne iş yapıyorsun" gibi kısa sorular sorup cevabı tam dinlemeden uykuya dalıyordu. biraz sonra tekrar uyanıp başka bir şey soruyordu.
pencereden yolu izlerken birkaç tane hayvan cesedi gördü. bazılarının üstünden onlarca araba geçmiş bedenlerinin bazı kısımları paramparça olmuştu. birileri kaldırıyor muydu cesetleri, yoksa arabalar çarpa çarpa yok mu oluyorlardı.
ilk mola yerinden birkaç saat sonra ayakkabılarının
altında ıslaklık hissetti. nereden geldiğini anlamadı. sağa sola bakınırken idrar
kokusu aldı. amca altına kaçırmıştı ve hala uyuyordu. pencereye dönüp sessizce dışarıyı izlemeye devam etti. kokuya dayanamadı. önceki gün aldığı parfümü çıkardı, yere ve amcaya sıktı. neredeyse 30 ml'lik şişenin üçte birini sıktı. bacaklarına parfümü sıkarken bir aralık yaşlı adam gözlerini açtı. birkaç saniye bakıştılar. amca tekrar uyudu. biraz yüzünü kırıştırdı galiba. kırışık yüzüne baktı, "birkaç hafta ya da ay sonra ölebilir" diye düşündü. muhtemelen bu ağustos sıcağında son otobüs yolculuğuydu.
nihayet sabah 8'de otobüs izmir otogarına ulaştı. iki adam otobüse girip amcayı yavaş yavaş yürüterek götürdüler. çok kirli hissediyordu. üstünü başını kokladı. berbattı. otogarın halka açık pis banyosunda önce kustu, sonra yıkandı. çantasındaki temiz kırmızı-siyah kareli gömleğini çıkardı, ütüsü bozulmuştu, biraz düzeltmeye çalışıp giydi. giyinirken duştan çıkan diğer iki adamla göz göze gelmemeye çalıştı. parfüm sıktı, kendini kokladı.
karşıyaka servisine bindi. iskelenin yanındaki parkta beklemeye başladı. yaklaşık yarım saat parkın farklı yerlerinde bekledikten sonra kız arkadaşı geldi. 1,5 litrelik kola, iki pet bardak ve az tuzlu çekirdek aldılar. çekirdek çitlerken kızın telefonu çaldı. kız kocaman çantasında telefonunu bir türlü bulamıyordu. çekirdek çitleyip zil sesi olan şarkıyı dinlerken kızın çantasıyla boğuşmasını izledi. "no more counting dollars, we'll be counting stars". nakaratı birkaç defa tekrarlayıp telefon sustu. ağzındaki çekirdek kabuğunu tükürdü, çantanın içine girdi. fark etmemiş gibi yaptı.
çekirdek bitmeye, güneş batmaya yakın kızın kötü kokan nefesini sol yanağında hissediyordu. serin akşam rüzgarının uçuşturduğu sarı boyalı saçları izledi. daha önce defalarca provasını yaptığı şiirleri okudu. heyecanlandı, sesi titredi. kısa kesti. dişleri mi çürük acaba diye düşünürken yanağından öptü. etrafına baktı kimse var mı diye. kimse yoktu.