Bekleme salonunda benden başka genç bir anne ve küçük çocuğu, iki orta yaşlı kadın vardı. Hemşireler girip çıkıyordu sürekli. Çocuk ordan oraya koştu durdu. Anne biraz tedirgindi. Çocuğuna gözden kaybolmayı yasakladı. Çocuk koşarak geldi kadının bacaklarına sarıldı. Kafasını kaldırıp baktı ki sarıldığı bacaklar annesinin değil. Çok utandı. Salondaki herkes -ben dahil- güldü.
Annesinin yanına koşup “Anne ben mi hastayım.” diye sordu. “Hayır Necati ben hastayım, seni görebileceğim yerlerde oyna yoksa uf olursun bak!” Annesini dinlemedi biraz daha koştu.
Hemşirelerden biri kucağına alıp, yanımdaki koltuğa oturttu. Karşımızdaki televizyonda bir çizgi film kanalı bulup sesi açtı. Anlaşılacak kadar değil, sadece bir uğultu duyuluyordu.
“Kaç yaşındasın Necati?” dedim, gözlerini televizyondan ayırmadı. Cevap vermedi. “Bence en az on beş yaşındasın.” dedim. Kafasını sağa sola salladı. “Kaç yaşındasın o zaman?” Parmaklarına baktı, önce 5 yaptı, sonra 3 yaptı, emin olamadı 4 yaptı, tekrar 3’e döndü. “3 yaşında mısın?” dedim. Kafasını aşağı yukarı salladı. Heralde tüm gün boyunca gördüğüm en yakışıklı adam olduğunu söyledim. Yine gözlerini televizyondan ayırmadan teşekkür etti.
Hemşire geldi. “Necati Bey sizin sıranız.” dedi. Gözlerini televizyondan ayırıp “Ben Necati Bey değilim” dedi küçük adaşım. Güldüm. Hemşire tekrarladı. “Necati Bey sıra sizde.” “Ben Necati Bey değilim.” diye bağırdı. “Sakin ol dostum.” dedim. “Ben hallederim.” Hemşirenin yanına gittim, birlikte doktorun odasına girdik.
Gökyüzü gri, havalar soğuk, haziran uzak, hastane kötü kokuyordu. Kalın giyiniyorduk. Masada kocaman Doktor Müge yazıyordu. Dışarda hıçkırarak ağlayan bir kadın vardı. Önemsemedim. Doktor Müge de önemsemedi. Gözlüğünü takıp bir sürü soru sordu. Hepsini cevapladım yüzüne bakmadan. “Sol kulağınız duymuyor Necati Bey” dedi. “Biliyorum.” dedim.
7 Şubat 2012 Salı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)