15- 19 Temmuz
• Gezi süresince şahit olduğum en etkileyici diyalog (x: 6-7 yaşında bir erkek çocuğu, y: 30’lu yaşlarındaki babası.)
X: Bilgisayar mühendisi kaç para alır ki?
Y: 1 Milyar alır en az.
X: 1 Milyara motor alınır mı?
Y: Alınır
X: En çok parayı kim alır?
Y: Doktor.
X: Kaç para alır?
Y: 2 Milyar alır.
X: Ben doktor olacam o zaman.
• Son zamanlarda yalnızken en çok düşündüklerim: Varoluşçuluk, Sartre, ”Cehennem başkalarıdır”, 3 artı 1 ev.
• Şirin bir ege sahafından iki kitap aldım: Bulantı (Sartre) ve Yabancı (Camus). Dükkanı çok sevdim, geçkin yaşlarımda ben de böyle bir yer açsam, şair-yazar insanlardan da çevre yapsam diye fanteziler kurdum.
• Çirkin kızlar! Bence cenneti hak ediyorsunuz.
• Zengin kızlar neden hep güzel? Ya da varlıklı ailelerin çirkin kızları hep evde mi oturuyorlar, ben göremiyorum onları hiç. Birisi bana anlatsın bu durumu, çay içelim konuşalım.
• Otel odalarında televizyon izlemeye bayılıyorum.
• Baudelaire de kim ola ki?
• “Cehennem başkalarıdır.” Deyince aklıma şu gelmişti: “Başkaları” diye bir kavramın olması cehennemdir. Yani, ben olmadan da dost meclislerinde hoş sohbetlerin dönmesi, dünya kupasının olması, İspanya’nın kupayı alması, gemilerin, otobüslerin seferlerine devam etmesi, savaşlar çıkması, barışlar olması, devletlerin yıkılıp, yenilerinin kurulması, yeni şarkılar yazılması, yeni filmler yapılması... Şimdi ölsem ya da 30 yıl sonra ölsem bütün bunlarda bir değişiklik olmayacak. Dünya, insanlık, “başkaları” bana karşı sınırsız bir kayıtsızlık içinde. Bence bu cehennem işte. Lakin, yanlış anlamışım, Sartre “Ben öyle demek istemedim aga.” Diyor.
• Hiç tanımadığın çok güzel bir kızla nasıl muhabbet açarsın? Bence bu, modern erkeğin şu fani dünyadaki en büyük problemi, ciddiyim. Ben kahvemi yudumlayıp, bu satırları yazmadan 30 dk önce, başıma çok dramatik bir olay geldi, hala etkisindeyim: Bulunduğumuz mekanda, uzaklara baka baka dondurmasını yiyen çok güzel (9.5/10) bir kız vardı (Alev diyelim). Alev’in çaprazında genç, hormonları coşkun, tez canlı 4 delikanlı vardı. Bu delikanlılardan biri (Necati diyelim) Alev’e doğru salına salına yürümeye başladı. Yürürken de 2 kere arkadaşlarına dönüp garip mimiklerle nasıl bir duygu patlaması yaşadığını belli etti. Arkadaşları da alkışlar gibi yaparak her zaman Necati’nin arkasında olduklarını gösterdiler. Necati masaya ulaştı, dondurmasını yerken çok seksi görünen Alev’e, “Afedersiniz, birini mi bekliyorsunuz?” dedi. Kız “Ay em sori, ay dont spiik törkiş” dedi. Necati birden bilincini kaybetti, hazırlıksız yakalanmıştı, çok ani olmuştu, ingilizceye geçemedi bir türlü, tek heceli sesler çıkararak (ağzından) durdu bir süre. Halbuki bir eliyle de sandalyeyi tutup masaya oturmaya hazırlamıştı kendini. Hayat işte.. bazen vurur kafana bir tuğlayla, bazen de vurmaz. Neyse, Jennifer (Alev demeyelim artık), gülümsedi Necati’ye. Acıdığından olsa gerek, gerçi sempati de duymuş olabilir, zira bu iki duygu çok iç içedir, dışardan ayırt edilmesi çok güçtür bazen. Gülümsemeyi gören tez canlı Necati, yeni bir hamle için gereken özgüvenin damarlarındaki asil kanda mevcut olduğunu farketmiş olacak ki, abartılı el hareketleri ve bağırarak kurduğu başarılı simple present tense leriyle yeniden cazibe merkeziyle iletişmeye çalıştı. Dışardan rezil görünüyordu, Jeniffer da gülümsemiyordu artık. Garsonların, dilenmeye gelmiş spastik özürlü biri sanıp Necati’yi kovacaklarını düşündüm, etrafıma baktım, görünürde garson yok. Bu hüzünlü sahneyi bir an önce bitirmek için üstüme düşeni yapmalıydım, daha güzel bir dünya için bu gerekliydi. Düşündüm. Yolun kenarında selpak satan 5-6 yaşında bir çocuk vardı, para verip, “pipini aç şurdaki spastik abiye doğru koş, bacağına sarıl.” Demeyi düşündüm, ama vazgeçtim, durum çok daha karmaşık bir hal alabilirdi. “Bomba vaar.” Diye bağırıp kaçsam mı diye düşündüm, bu da gereksiz sonuçlar doğurabilirdi. En son, Necati’nin kolundan tutup karşıma oturtup, “Güzel kardeşim derdin ne, napıyosun, hayat çok mu acımasız, beraber ağlayalım mı?” demeyi düşünüyordum ki, arkadaşları gelip Necati’yi götürdüler. Necati ayrldıktan sonra bir şişe soğuk suyu bir dikişte bitirdim, derin nefesler aldım, sonra fark ettim ki, Jennifer beni kesiyor, hem de çok pis kesiyor, bir şeyler yapmalıydım. Yaptım da! Sonra anlatacağım...
19 Temmuz 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)