22 Eylül 2011 Perşembe

boşa geçmiş yıllar..

yine param yok. işim yok. yarın napıcağımı bilmiyorum. borçlarımı ödeyene kadar kira vermemek için arkadaşımın evinde yaşıyorum uzun zamandır. iyilik altında kalmamak için “bari faturayı ödeyim bari şunu ödeyim, bunu alayım..” diye normal kira masrafının çok üstünde para harcadım. uzun süreli misafir olduğum için de rahat edemiyorum. bazen çok saçma. neyse.

bir cuma akşamı kemal, “buluşalım” dedi, “sen,ben, cihan”. "olur" dedim.

oturduk konuştuk. keyfim pek yerinde olmadığı için muhabbete kedimi veremedim. cihan “konuşurken bana bak” dedi. gülümsedim. kemal “birer çay daha içelim mi” diye sordu ama kalkıp başka yerde devam etmeye karar verdik. hesabı ödedim, cihan “şimdi çay ısmarladın diye gecenin hesabını bize yıkarsın” dedi. güldüm.

yeni bir cafe açılmış bizim oralara. cihan “oraya bir bakalım, ortam güzelse otururuz, yoksa başka bir yere gideriz” dedi, gittik, baktık. ortam güzel değildi ama yine de oturduk. çünkü cihan mekan sahibini tanıyordu (onlarla samimi olabilenlerden) ve hemen muhabbete başlamıştı.
güzel muhabbet ettik. kadınlar, iş, okul.. başka insanlar geldi, gitti. ilerleyen saatlerde durgunlaşıp etrafı izlemeye, muhabbetten kopmaya başladım.

küçük bir yerdi. arka masada kırmızı rujlu, turuncu hırkalı, (hay allah saç rengini hatırlayamıyorum) genç bir kadın tek başına oturuyordu. ara sıra barın arkasına geçip nostaljik şarkılar açıp sigara içerek eşlik etti. ara sıra ona baktım. hayatını merak ettim.

uzak bir masada çok şişman ve çirkin bir kadınla, az saçlı çirkince 40’lı yaşlarında çok sarhoş bir adam vardı. adam çok içti. bir elini de kadının belinden ayırmadı. bir kaç kere öpmeye kalktı. kadın bir kaç sefer tepkisiz öpmesine izin verdi. birkaç sefer öptürmedi. ağzına kadar şehvet doluydu. genel olarak bir acıma ve tiksinti duydum.

ben böyle etrafıma bakıp arada muhabbete kulak kabartırken, köşede bir kızın bana baktığını gördüm. siyah uzun dalgalı saçlı, nispeten uzun boylu, beyaz tenliydi, gözleri de maviymiş sonradan öğrenecektim.

ben de ona baktım. gülümsedi bir şeyler söyledi. ne yapacağımı şaşırdım. gülümsedim. “anlamıyorum” der gibi yaptım. tuvalete girdi. ne yapmam gerektiğine karar veremedim. garson siparişleri alırken bile “en son benimkini alın” derim, o derece kararsız bir insanım, böyle bir durumda bu kadar kısa zamanda asla karar veremezdim.

kız çıktı, arkadaşının karşısına pencere kenarındaki masasına oturdu. konuştular. arada bir bana baktı. ben de ona baktım ama ne yapacağımı bilmeden boş kafa-ifadesiz suratla (mal mal) baktım. bari gülümseyeyim dedim. sağolsun, o da gülümsedi.

bu arada masadaki muhabbetten iyice koptum. kemal hüzünlü bir olay anlatmaya başlamış. biraz kulak kabartmaya çalıştım bir yandan da kıza baktım. gülümsedim ama masa hüzünlü çaktırmamaya çalıştım.

cihan telefonuyla uğraştı sürekli. hakan (sonradan geldi), “cihan bu geceki mutlu sonunu hazırlıyor” diye takılıp kime mesaj çektiğini sordu. cihan sadece gülümseyip konuyu kapattı. kemal olsaydı mutlu sonunu hazırlayan, tüm detayları anlatırdı diye düşündüm.

telefonum titredi. mesajı okudum. cumartesi ahmet abiler halısaha maçına çağırıyolar. tabi gelirim dedim. şu sıralar hiçbir şeye hayır diyecek halim yok. yine kıza baktım yine gülümsedim. o da gülümsedi. dışarıyı işaret ettim. ne diyosun der gibi hareketler yaptı. yine dışarıyı işaret ettim. sigaramı alıp dışarı çıktım.

geleceğinden emindim, geldi.

“gelmiceksin sandım” dedim.

“numaramı kağıda yazdım vermeye çalıştım hiç farketmedin bile” dedi.

kararsız bir insan olduğumu ne yapmam gerektiğine karar veremediğimi tekrar anlattım, biraz esprili anlattım, sağolsun güldü.

adı özlem’di. öğrenciydi. sarhoşken bile biraz utangaçtı, ya da öyleymiş gibi yapıyordu, tam anlayamadım.

normalde yolda görüp selam vermediğim bir arkadaş geçti önümüzden. selam verdim. hal hatır sordum.

özlem’in arkadaşı da aşağı indi. hande. konuştuk biraz. o da öğrenciymiş, gazetecilik okuyormuş ankara’da. özlem’i ziyarete gelmiş. sarhoş değildi. gazetecilik ve ankara’yla alakalı aslında merak etmediğim bir kaç soru sordum.

yarım saat kadar sonra kemaller da dışarı çıktı. Onlar çıkınca kızlar içeri gitti. vedalaştık, kemal’le sarılırken “hesabı kapattık bi şey ödemene gerek yok ” dedi. gecenin hesabını onlara yıkmış oldum böylece.

içeri girdim. girerken özlem'in yerdeki sigara paketini aldım. kalkmak için hazırlanıyorlardı.

“özlem sigaranı unutmuşsun onu getirdim”

“bitmişti, paket boş zaten”

“biliyorum, gelmek için sebep olsun diye aldım” garsondan para üstlerini aldılar.

“bişeyler daha içmeyelim mi” dedim hande “kalkmamız lazım” dedi. ama özlem kabul etti. içtik.

güzel sayılırdı, gizemli bir karizması vardı ama sohbet ilerledikçe aptalca şeyler söyledi, konuşmasa, hareketsiz sigarasını içip uzaklara baksa, hakkında tahminlerde bulunsam çok daha güzel olurdu. muhtemelen tanıdıkça batacaktı ama konuşmak zorundaydık. gözlerinin mavi olduğunu söylüyordu ama bana kahverengiymiş gibi geldi.

bir ara konuşurken elimi tuttu. elleri yumuşak güzeldi. salak salak oynamıyor sadece tutuyordu. sade, net ve başarılıydı. hande tuvalet için kalktı. yalnız kalınca öpmek istedim, öptürmedi. çok özür diledim. çok utandım. tuvalet için kalktım. arkamdan geldi. biraz içerde başbaşa konuştuk. neden bilmiyorum ama sarıldık.

gece 3’te mekanı kapattılar, kalktık. özlem topuklu ayakkabılarıyla zor yürüyordu. beline sarıldım. boynumu öptü. hande bizi yalnız bırakıp önden yürümeye başladı.

çok güzel kokuyordu, vücudu biçimliydi, beline sarılmama izin veriyordu. aşık olmamam için hiç bir sebep yoktu. boş su şişesini çöp kutusuna atmaya gittim. özlem olduğu yerde topuklu ayakkabılarını çıkarıp eline aldı. sallana sallana yürümeye başladı. tek ışık kaynağı bize doğru gelen arabaların farlarıydı. elinde ayakkabilarıyla sallanan özlem olağanüstüydü. serin bir rüzgar vardı. biraz da üşüdüm. işte tam o an zaman yavaşlasın da o anı çok uzun yaşayayım, özlem sallana sallana çıplak ayaklarıyla asfaltta yürüsün, ben arkasında, gözümüzü araba farları alsın istedim günlerce. yaşayamadım.

özlem’in evine yaklaştık. “bir saniye dursana” dedim. durdu. ellerim belinde, gözlerine baktım. çok etkileyici bir şeyler söylemeliydim, sonra da öpüşmeliydik, ama aklıma bir şey gelmediği için bir süre boş kafa-ifadesiz suratla baktım. “gerçekten de maviymiş” dedim. gülümsedi. öpmek için uzandım, o da uzandı. öpüştük. uzun uzun öpüştük. sonra geri çekildim. gülümsedim. tekrar uzandım, o uzanınca hemen geri çekilip gözü kapalı beni öpmeye gelen özlem'i izledim. işte o an da zaman yavaşlasın o anı daha çok yaşayayım, özlem saatlerce beni öpmeye gelsin istedim, yaşayamadım. dudaklarımı bulamamanın şaşkınlığıyla gözlerini açtı. tekrar öpüştük birkaç dakika. sonra gitti. her zaman giderler zaten. bukowski “eninde sonunda mutlaka dönerler” diyor. bence çok yanılıyor. giderken “yarın saat 4’te” dedi. unutma “o cafe’nin önünde buluşalım, orda ol”. “tamam” dedim. “telefonunu versene bi aksilik olursa diye” vermedi. “orda ol. saat 4’te. unutma!”

eve koşarak gittim.

cumartesi, saat 3:50’de buluşma yerimizin önünden geçtim. henüz gelmemişti ama geleceğinden emindim. buluşma noktasını gören bir noktada 4:15’e kadar bekledim. 4:30'da geleceğinden emin değildim. burasını dememiş miydi acaba? saat 4’te mi demişti? dakikalar ilerledikçe kendimden şüphelenmeye başladım.

saat 5 oldu. gelmedi. yapacak daha iyi bir işim olmadığından daha bekleyebilirdim ama tam buluşma yerinde dün geceki çok çirkin ve şişman kadını gördüm. sarhoş adamı bekliyordu belki de. görür görmez eve doğru yola koyuldum. 3 kere arkama baktım.

evde biraz ağladım. cihan’a mesaj attım: “yolculuk bugün müydü” “evet” dedi. fazla detay vermedi.

kemal “dün naptın noldu kız” diye aradı sordu, “fazla bir şey olmadı” dedim. fazla detay vermedim.

halısaha maçında durgundum. arada bir hücuma katıldığımda ahmet abi “defansı boş bırakma!” diye uyardı, karşı çıkamadım. “abi biz de para veriyoruz, bırak da bir iki gol de biz atalım.” diye espirili isyan ettim, umursamadı ama güldü sağolsun. son beş dakika forvete çıkmama izin verdi. herkes çok yorgundu ama ben gol atıcam diye ordan oraya koştum. atamadım. bitiş düdüğü çaldığında hala en önde pres yapıyodum.

maçtan sonra geçen gün bi mekanda süper bir hatun düşürdüm tarzı gereksiz cümlelerle bi bok yediğimi sandım.

dönerken yolda uzun zamandır görmediğim bir arkadaşı gördüm. hep uzun saçlıydı, kısacık kestirmiş. “abi” dedim “çok yakışmış”. “uzun saçtan en az 10 kat daha iyi olmuş". “sorma” dedi, “herkes aynı şeyi söylüyor, boşu boşuna uzatmışım yıllarca saçımı, boşa geçmiş yıllar..”. “haklısın abi" dedim “boşa geçmiş yıllar..”