8 Ağustos 2009 Cumartesi

tell me no truth if it is bad

Stajım bitti, o yüzden yeni yazı koyamadım son zamanlar, biraz da keyfim yerinde değil, canım yazı yazmak istemiyor, yakında yeni yazılar gelecek, bir de Erasmus öğrencisi olarak İsveç'e gidecem 24 ağustosda, seyahat notları gibi "gezdim, gördüm, şaşırdım" gibi yazılar olacak, arada buraya bakmaya devam edin. Moby'nin "dream about me" şarkısını çok severim, bu vidyodaki de çok başarılı bir canlı performansı, Moby'ye eşlik eden bayan arkadaş Laura Dawn imiş, bence çok iyi bir ikili olmuşlar, hadi bakalım.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

ölecek bir şey kalmadı


Sevgili dostum İvan Petroviç,


Son 3 mektubuma cevap vermeyişinize gücenmedim, eminim haklı nedenleriniz vardır. Aslında ben postacı şerefsizinin mektuplarımı yok etmesinden korkuyorum. 3 hafta önce postacıdan 10 ruble borç almıştım, geçen gün geldi kapıyı dövdü yarım saat, 10 rubleye bile tamah ediyor, şerefsiz, açmadım tabi, sonra korkumdan tüm gün evde oturdum, sesler duydum, deliriyorum sandım. Tefeci ihtiyarın evinde kalmaya başladığımdan beri maddi sıkıntılar çekiyorum, bazen günlerce yemek yemiyorum. Tefeci insafa gelirse yağlı ekmek veriyor, onu da kusuyorum, süt iyi geliyor , olur da uzun süre aç kalırsanız süt için. Neyse konumuz bu değil, size başka birşey anlatacağım.


Yazılarımı yalnız yazmayı severim, yazarken değişik sesler çıkarır, garip hareketler yaparım, biri görse çıldırdığımı düşünür, yalnız kalayım diye bu bunağın evinde bir oda tuttum, ama artık burası cehennem gibi geliyor bana, boğuluyorum. Haftalardır bir paragraf bile yazamadım, hep onu düşünüyorum, Nastasya Filipovna’yı. Solgun kederli yüzü, iri gözleri,.. aklımdan çıkmıyor, sevgili dostum.


Diğer mektuplarımın elinize ulaşmadığını düşünerek, tekrar nasıl tanıştığımızı anlatacağım. Yine çok parasız olduğum günlerdi. Bir davette tanıştığım, sonra dostum olan General Yepançin, bana memurluk ayarlayabileceğini söylüyordu. Daha önceki sohbetlerimizde çokça söz ettiğim gibi, en nefret ettiğim insan tipi, midemi en çok bulandıran, başarı için ruhunu, kişiliğini satmış insandır. Üniformasını giyip işine düzenli giden memurlar yok mu, hepsinden nefret ediyorum. Bir gün Petersburg sokaklarında delirmişçesine koşup, tüm üniformalıların, ruhunu satanların yüzlerine tükürmek istiyorum. Şimdi ismini anımsayamadığım bir yazar dostum demiyor mu “Çoğu insanın ölümü bir aldatmacadır, ölecek bir şey artık kalmamıştır geriye... “ İşte aynı o hesap. Neyse, yine konudan sapıyorum, en son 12 saat önce 2 tas süt içmiştim, kafam allak bullak, bazen bu ızdırabı sonsuza kadar bitirmek istiyorum ama aklıma hep Nastasya’m geliyor.


Artık açlık çekmemek için bir iş bulmam gerekiyordu. Petersburg’un arka sokaklarında orta büyüklükte bir lokantaya garson olarak girdim. Garsondum ama bulaşıkları da ben yıkıyordum. İnsanların artıkları, pislikleri o kadar da zoruma gitmiyordu. Benim için katlanması zor olan, lokantanın kapısında durup gelen geçen herkese “Buyruun efendim” demekti. Bilemezsiniz sevgili dostum, o kadar zor bir şey ki. Gülünç kıyafetimle o caddede geçen herkesin yüzüne bakıp “Buyrun efendim” demek, işkencelerin en büyüğü. Bir de turistlere “welcome sir” demek yok mu.. Bazen yeni yetme rus delikalnlıları turist taklidi yapıp beni oynatıyorlar, ah Ivan Petroviç, Sibirya sürgünü bile hafif kalır bu cezanın yanında.. İnsan değersiz olduğunu, kimsenin kendisini önemsemediğini hissetmek istiyorsa bir günlüğüne de olsa bu işi yapmalı. Bazen birisi gelip beni dövecek, ya da hakaret edecek diye ölesiye korkuyorum.


Nastasya Filipovna’ya gelince.. Lokanta sahibi göbekli ihtiyarın kızıydı. Genelde kasada oturur, müşterilerden para alır, hesap trafiğini yönetirdi. İlk gördüğümde, değişik bir havası olduğunu sezmiştim, çocuk gibiydi, masumdu ama aynı zamanda çok “kadın”dı. Bazen solgun yüzü hüzünlenir, uzaklara dalar giderdi. Ben de ona dalardım o zamanlar.. Ah sevgili İvan Petroviç, Nastasya’nın benim hakkımda ne düşündüğünü bilmek için tüm varlığımı vermeye hazırım. Beni bir budala olarak mı, yoksa idealist bir yazar olarak mı görüyor? Bilseniz ne kadar merak ediyorum.


Dün, ruhumda derin bir iz bırakan kötü bir olay yaşadım. Bir haftadır Nastasya Filipovna tatildeydi, bir hafta deli divane gibi ortalıkta dolandım. Nihayet dün geldi. Lokantadan içeri girdim, baktım kasada her zamanki yerinde oturuyor, çok heyecanlandım, yavaşça yanaştım, “Aaa Bayan Filipovna gelmiş, hoş geldiniz”, dedim, yüzümün kızarmasına mani olamadım, biraz konuştuk ama konuşurken hep kalem kağıtla bir şeyler hesapladı, dönüp bir kez yüzüme bakmadı, çok gücendim. “Sen de yoktun bir aralar?” dedi. Ben de başka yerlere bakarak “Evet yoktum, ama yalnızca birkaç gün” dedim. “Senden nefret ediyorum” diye haykırmak istedim ama yapamadım, yutkundum sadece. Yokluğumla ilgili başka bilgi vermedim, trip attım, birkaç soru daha sorsun da ilgilenmeyen ben, ilgilenilmeyen o olsun istedim ama tabi ki sormadı, suratımı astım, dönüp bakmadı bile, ben böyle karmaşık duygular yaşarken, dışardan o güne dek daha önce görmediğim bir adam geldi. İlk görüşümde, duygusuz, kaba bir adam olduğunu anladım. Ağzını sonuna kadar ayırarak Nastasya’ma doğru kararlı adımlarla ilerledi, “amanın da amanın kimler gelmiş, naber fıstık” dedi. Bu nasıl bir ifade biçimiydi, nerede yaşıyordu bu adam? Nastasya Filipovna’yı daha önce hiç böyle görmemiştim, kıpır kıpır olmuş kikirdiyordu. Kikirdemesi kahkahaya dönüştü "evet döndüm canıım.." dedi, ayağa kalktı önümden geçti, duygusuz adama doğru ilerledi “geçerken onu etkileyecek bişeler yapayım da çok da boş adam olmadığımı anlasın” diye düşündüm, hızla aradım bişeyler, diğer garsona artislik yapayım dedim, tırstım yapamadım, Nastasya’m da çoktan duygusuz adamla köşedeki bir masaya çekilmişti. Ben de dışarı çıktım, daha fazlasını yüreğim, ruhum kaldırmazdı. Artık ona karşı tutumumu tamamen değiştirmeye karar verdim, bundan sonra ona hiç gülümsemeyeceğim, çok ciddi olacağım, konuşurken az daha "tatil sizi gerçekten güzelleştirmiş" gibi yavşak bir cümle kuruyordum ki son anda vaz geçtim, iyi ki de vaz geçtim, artık daha az seviyorum, bundan sonra iltifat, güler yüz yok. No more mercy.. Sinirimden ingilizceye geçtim birden.


Daha yazacağım şeyler vardı ki, birden bir gürültü duydum, kafamı kaldırdım, kapıya baktım, korktum açmadım, bekledim, kapıdakinin gittiğine emin olunca perdeyi aralayıp baktım, postacı şerefsiziydi. Artık dayanamadım, dışarı çıktım, kavgaya hazırdım, yumruklarımı sıktım, tam “10 rubleye tamah eden şerrefsizz” diye ağzına ağzına vuracakken. “Abi nerelerdesin yav, mektup geldi sana 3 tane, İvan Petroviç’ten, geliyorum, bulamıyorum seni” dedi. Dondum kaldım, şuurumu kaybediyordum, karnım da çok açtı. Ağlamıyordum ama göz yaşlarım şarıl şarıl akıyordu. Postacı beni sakinleştirmeye çalıştı. Nasıl olduğunu anlamadan derin bir sohbete başladık, arada bana acır gibi bakması dikkatimi çekti, ben de “şunu entelektüel birikimimle ezeyim de kime acıdığını görsün yavşak” diye düşündüm, biraz Petersburg’un kültür, sanat aktivitelerinden, sonra yazar olmaktan, üretim sancısı çekmekten söz ettim, çok heycanlandım, bağırdım çağırdım üretim sancısını anlatırken, çok değişik metaforlar kullandım, acayip gaza geldim, her dediğime “haklısın ağbii” dediğini hatırlıyorum, sonra bayılmışım, postacı dostum beni Petersburg Devlet Hastanesi’ne getirdi, şimdi ayrılmak zorunda, mektubu da ona veriyorum, bana daha sık yazın...


Bütün kalbiyle size bağlı olan dostunuz..

Zagour Miloslaviç
Petersburg Devlet Hastanesi, 1842

1 Ağustos 2009 Cumartesi

güzel ağızlar, güzel çocuklar

“Osman daha çarpım tablosunu bile öğrenemedi, bu haliyle onu 6. Sınıfa geçirmem imkansız.” dedi, Ayşe öğretmen, soğumuş çayını hızlı hızlı içerken.


Osman, yaşıtlarına göre iri yarı, pek sesi çıkmayan, komşuların “ne efendi çocuk” diye övdüğü, mahalle maçlarında bol dayak yiyen bir çocuktu, derslerle pek arası olmadığından 5. sınıfa kadar zar zor geçmiş, 5. sınıfta kalmıştı. Annesi okullar başlamadan 1 gün önce Osman’ı da kapmış, okulun yolunu tutmuş “Bir deneyeyim, belki Osman’ımı 6’dan devam ettiririm” diye düşünmüştü.

Öğretmenler odasında Ayşe öğretmen ve annesi konuşuyorlardı. Osman annesinin yanına oturmuş, Ayşe öğretmenin ağzına gözlerini dikmişti. Ne güzel ağzı vardı Ayşe öğretmenin, dudaklarına ruj da sürmüştü. Televizyondakileri saymazsak, Osman’ın tanıdığı dudağına ruj süren tek kadın, Ayşe öğretmendi. Farkında olmasa da bu, Osman’ın üzerinde büyük bir etki bırakıyordu.

Bu arada Ayşe öğretmen anlatmaya devam ediyor, ama Osman karşısındaki güzel ağız ve dudakların etkisine girmiş hiçbirşey anlamıyordu. Sonra birden Ayşe öğretmenin kendisine seslendiğini farketti. Dikkatini güzel ağızdan, gözlere kaydırdı, yaklaşık 10 dakikadır açık duran ağzını kapayıp, salyasını sildi. Ayşe öğretmen, “Osmancığım bu sene çok çalışacaksın değil mi?” dedi. Osman’ın yüzü kızardı, kafasını aşağı yukarı evet anlamında salladı. Kısa bir sessizlik oldu, Ayşe öğretmen şefkatle Osman’a baktı. Osman’ın annesi “kime çekti bu çocuk, bilmem ki” diye düşünerek üzüntüyle Osman’ın kafasını okşadı. Kafasını okşarken Osman’ın tüm yaz tatili boyunca traş olmamış olduğunu farketti, “eve dönerken berbere uğrayıp, şunun kafasını 3’e vurdurayım, o berberdeyken ben de pazara uğrar, yemeklik alırım.” Diye düşündü. Bu sessizlik ve düşünme anı toplam 5 saniye sürdü.

Bu sessizlik anında, ilgi odağı olduğunu farkeden Osman, “hadi olum, Ayşe öğretmenin aklını alma zamanıdır.” diye düşünerek, onu nasıl etkileyebileceğini bulmaya çalıştı. Kadınları etkileyebilecek bir silaha sahipti: para. Bu sabah, emekli maaşını çeken babaannesi, 20 TL vermişti. Sanki cebinde birşey arıyormuş da bulamıyormuş gibi yaparak, 20 TL ve bir ciklet çıkarıp masanın üstüne koydu. Sınıfı geçemese de zengin bir erkek olduğunu göstermek istiyordu. Parasını buruşturup masanın üstüne koyacak kadar da paraya değer vermeyen geniş gönüllünün biriydi, Ayşe öğretmen daha iyisini mi bulacaktı? Cikleti de kamuflaj nesnesi olarak paranın yanına koymuştu, ne kadar da kurnazdı.


Maalesef, Ayşe öğretmen ve annesinin çoktan konuşmaya dalmış olduklarını farketti, parayı tekrar cebine koyup, cikleti ağzına attı. Okuldan sonra, Osman ve annesi berbere, pazara ve nihayet eve gittiler. Evde Osman’ın abisi Süleyman, Osman’a hayata, aşka, sevgiye dair birsürü birşey anlatmış, Osman pek dinlememiş, kendini bildi bileli üniversite öğrencisi olan abisinin artık üniversite mezunu olmasına şaşırmaya devam etmiş, bir de amerikan kestirmek istediği saçının 3’e vurulmasına üzülmüştü.

Okulun ilk günü, Osman, annesinin hazırladığı ekmek arası peynir, domatesi de çantasına koyup okul yoluna koyuldu. Okula tek başına gider, annesi ve/veya babasıyla gelenlere uzun uzun bakardı, başka anne babalar ona çok garip gelirdi. Bu sene de her sene olduğu gibi çantası çok ağırdı. Çantasını bir o omzuna, bir ötekine takarak sonunda eski sınıfına ulaştı. İçeri girince, dünyası başına yıkıldı. Geçen senenin 4. sınıfları, bu sene kendisiyle aynı sınıftaydı. Sınıfta kalınca aynı sınıfı bir daha okuyacağını biliyordu ama 4. sınıftakilerle okuyacağını tam olarak düşünmemişti. Çok üzüldü, anlatamam, gitti en arkaya oturdu, zaten iri yarı olduğu için en arkaya otururdu, kimseyle konuşmadan öğretmenin gelmesini bekledi. Öğretmen içeri girince, bir dünya daha yıkıldı başına. Sınıfta kalınca yine Ayşe öğretmen’in sınıfında olacağını düşünmüştü, ama 4. sınıfın öğretmeni Kemal öğretmen gelmişti, hiç sevmezdi Kemal’i, kederinden ağlamak üzereydi.

İlk teneffüste, adet olduğu üzere beslenmelerini çıkarıp yerlerdi, ama Osman’ın iştahı yoktu, ayrıca 4. sınıfların, kendisini içi domates peynirle dolu koca bir ekmekle boğuşurken görmelerini istemiyordu, hemen yerinden kalktı, çantasından ekmek arasını çıkardı, birkaç kişiyle gözgöze geldi, gözlerini kaçırıp sınıftan dışarı çıktı, lavaboya gitti, ekmek arasını çöpe attı, tuvalete girip, kapıyı sıkıca kapattı, durumu gözden geçirdi, Ayşe öğretmeni düşününce daha bir kederlendi, küfretmeye başladı, küfretmeyi yeni öğrenmişti, bazen gizli biryere gidip, gizlice küfrederdi, küfretmek gerçekten çok ilginç birşeydi. Herkese küfretti, sınıfındakilere, saçını 3’e vuran berbere, kemal öğretmene, bir ara gaza gelip Kemal öğretmenin sülalesine, soyuna, sopuna saydırdı, gitti. Aniden çeşmenin açıldığını duydu, hemen sustu. Lavaboda biri vardı, acaba onu duymuş muydu? Duyduysa Kemal öğretmene yetiştirebilirdi, Kemal öğretmen de kimbilir ne yapardı?

Biraz içerde ne yapması gerektiğini düşündü. Sonra dışarı çıkıp kafasını önüne eğerek hızlıca yürüdü, tekrar sınıfa gitmeye hiç niyeti yoktu, okuldan kaçıp eve gitti, annesine ilk gün serbest bırakıldıklarını söyledi, baktı annesi bugün neşeli, artık okumak istemediğini de söyledi.